5 Ekim 2010 Salı

bir gün!

bir gün hatta bugün hastayım evdeyim oturuyorum işe gidemedim,
nasıl bir can sıkıntısı nasıl bir çaresizlik tarif edemiyorum
kalkıp toparlıyayım kendimi biraz diyorum.
bir bakmışım tekrar yorganın altına girmiş kalmışım öylece.
kalktım biraz önce ada çayı ıhlamur karışımı çayımı hazırladım
hafif hafif yudumluyorum ve sonlanıyor
keşke bir dilim limon atsaydım içine diye söyleniyorum
kimse duymuyor herkes kendi koşturmacasında zaten.
yalnızlık zor zahmet bir el uzatan yok
çekip gitmek kolay olan aslen ardına bakmadan,
gidiyorsun bitiyor sende!
-he gel birde kalana sor bunu
ekrana bakarken-ki çaresizliğinin eşliğinde.
başıma bir ağrı giriyor zaman zaman
iki elimin arasına alıyorum... yok yok geçmiyor
bir şeyler eksik.
çözüyorum sebebini kendimce,
neyse diyorum her şeyin ilacı belli
zaman ve sabır.


--
mehmettürkölmez
05-10-2010 salı
13:07
baş ağrısı eşliğinde klavyelenmiştir.

--



çok acı çok!


...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Mevlana'dan (1)

Zor ise sev
fakat sevmiyorsa zorlama.

Unutma ki; senin için başkasını terk eden,
başkası için de seni terkeder.




MEVLANA



4 Eylül 2010 Cumartesi

sucuklu yumurta (pazar kahvaltısı)

hayattan tad almanın bir diğer şeklidir sucuklu yumurta. kalkarsın cumartesi ya da pazar sabahı gerçi genelde pazarları oluyor bu hafta içi iş cumartesi sabahı da tüm haftanın yorgunluğunu atmak adına kendiliğinden uyanana kadar uyumak eşliğinde, gelgelelim gün pazardır ve kalkarsın önce kahvaltı yapacağın masayı hazırlarsın en azından üstünü boşaltırsın.
sonra bi ufak çay demlersin o inceden demini almaya başlarken girişirsin sucuklara ince ince dilimersin tavanın boyutuna göre -alabildiğine- tavaya biraz sıvı yağ eklersin sucuklar inceden başlarken cızırdamaya yarım fincan su dökersin -ki sucuklar hacmen kayba uğramasın. o arada küçük bir kapta (2-3-4 yumurtayı elinizdeki tavaya göre) başlarsınız yumurtaları çırpmaya çırparken içine az pul biber ve kara biber atarsanız tadından yenmez -tabi ki tercih meselesi- sonra tavanın kapağını açıp yumurtaları dökersiniz kapağı kapatıp yumurtanın şeffafımsı yerleri bembeyaz olana kadar pişirirsiniz (bu arada rendelenmiş kaşar peynirinizi kenarda hazır tutun bir iki tutam) yumurta ve sucuk kombinasyonu hazır olduktan sonra ocsğı kapatıp rendelenmiş kaşarı random olarak sucuklu yumurtanın üzerine atabilir ve sonra kapağı kapatabilirsiniz ve sonra kahvaltı sofranızı hazırlayabilirsiniz.
isteğe göre reçel, nutella, beyaz peynir, kaşar peynir, krem peynir, yeşil zeytin, siyah zeytin, domates, salatalık, çeşitli soslar, sıkma portakal suyu, çay, belki sonlara doğru sadece bir kahve... bu yazdıklarımın bir kısmını tedarik ettiğinizde enfes bir kahvaltı edeceğinize şüpheniz olmasın.

fotoğrafı netbook'a geçtiğimde ekleyeceğim şimdilik temsili bir fotoğraf ekliyorum =)

tadından yenmez

26 Ağustos 2010 Perşembe

iyi oldu gelmediğin


Bu yol korkaklar için değildir
iyi oldu gelmediğin
Bu sulardan her babayiğit içemez,
Bu köprüden her benim diyen geçemez,
iyi oldu gelmediğin

Yumuşacık yürek gerek,
sevgi kadar derin gözler,
inançlı bir bilek gerek
iyi oldu gelmediğin.

Sen, bilindik kıyıların sığ sularından açılmadan yaşarsın
Sen, okyanus mavisine uzaklardan bakarsın,
Biz, yürüyemeyeceğin kadar uzak,
düşleyemeyeceğin kadar renkli,
ve berrak bir ülkeye birlikte gidemezdik..

Sen, açık denizlerden habersiz bir balık,
yalçın tepelerden uzak bir martısın.
Sen, benim için korkak,
herkes için heryerdeki insansın.
İyi oldu gelmediğin.

Alınmanı istemem, darılman üzer beni,
sana yalan söyleyemem.
Tabi, hep sevdim seni,
sende sığ suları, sende martıları,
açık denizden habersiz balıkları,
sıradan insanları.
Geçemeyeceğin köprüleri,
düşleyemeyeceğin mavileri
sende korkaklığı sevdim..
Sende sevgisizliği sevdim.
İyi oldu gelmediğin.




iyi oldu gelmediğin, iyi böyle!




çalıntı

18 Temmuz 2010 Pazar

Sallama Çay Gibi Sallandırın

herkes birşeyleri sallıyor
ben bir çay sallamışım çok mu?
yaşamlarımız da öyle değil mi
koyverdik gidiyor, sonunu bile bile yaşıyoruz
sonu ne ki? diye mi soruyorsun!
öleceğiz yahu ötesi mi var. karatoprak...
yıllar önce karacoğlan demiş ya;
benim sadık yarim karatopraktır diye.
hiç ölmeyecek mişiz gibi yaşamaya devam ederken
öldüğümüzde ardımızda kalanları düşünemeyeceğimiz
belki borçlar, belki mal varlığı bırakıp göçeceğiz
o yüzden elinize ne gelirse sallandırın
tıpkı sallama çaylar gibi...

26 Haziran 2010 Cumartesi

bir iç dökme aracı

bir iç dökme aracı olarak blog sayfalarını kullananlardanım sanırım birileri okuyor olsa da olmasa da pek umurumda değil. sadece bu aralar yaşıyor olduğum yoğunluk eşliğinde bir şeyler paylaşamamış olduğumun düşüncesi sardı birdenbire, gel gelelim şu anda dünya kupası ABD-Gana maçı eşliğinde nargilemi tüttürerek yazıyorum şu satırları; evet keyfin dibine vurmuş durumdayım ne diyordum ben!
hayat bana güzel

9 Haziran 2010 Çarşamba

zaman

zaman,
bazen beklersin saniyeleri sayarsın geçmez
akrep yelkovanı yelkovan saniyeyi kovalar
ama yine de geçmez
işte o anlardan birini daha yaşıyorum
yok yok geçmiyor.
aslında su gibi akar geçer çoğunlukla
bakıyorum çevreme,
bu zaman bir tek benim değil ya!
saymıyorum saniyeleri
ellerimi serbest bıraktım kendi kendine gidiyor
bisiklet sürerken en büyük keyfim,
gözlerimi kapatmak...
hayatı yaşarken de
rahat gitsin diye ellerimi bırakmak
nasıl olsa ben yönlendirmiyorum
yönlendiremiyorum çoğu zaman
istediğimiz gibi yaşayamıy*ruz nasılsa
burnunun dikine gidiyor hep.
neyse boş verelim o akıp gidiyor
amaç iyi değerlendirmek her ânı
ve nispeten istediğim gibi başarabiliyorum sanırım
keyf almaksa en temizi
alıyorum alabileceğim kadarını
istemiyorum fazlasını üstü kalsın
belki birileri arta kalanlarla nasiplenir.
umut dünyası.
sonuç sadece dilemek ve beklemek en güzelini
en tatlı zamanları
tek başına.

MTürkölmez
09-06-2010 çarşamba
eşlik eden müzik: godsmack - awake




zaman...


...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

31 Mayıs 2010 Pazartesi

vurdum.duymaz

vurdum duymaz olmak nasıl bir şey acaba
gerçekten merak ediyorum.
bir zamanlar yapıyor muşum bende bunu
ama biraz farklı ne vururdum ben,
ne de dururdum karşısında hayatın
gelsen üstüme üstüme
çekmese ayaklarım beni geriye
dimdik dursam karşında.
yok yapamıyorum beceremiyorum
ben senin gibi vurdum-duymaz olmayı
illa ki ya vurulacağım sana
ya da durulacağım sende.

MTürkölmez
20mayıs2010 dolaylarından...






...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir tek sen! (110)

Hiç dostun olmasa
Adını kimse anmasa
Telefonun hiç çalmasa
Bir tek sen, bi tek sen yeter bana.

Bugün tek başıma
Dolaştım kalabalıkta.
Çok yabancıydı tüm dünya
Bir tek sen, sen olsaydın yanımda.

Gizlice yelken açsam
Buradan çok uzaklara.
Herkes beni unutsa da
Bir tek sen, tek sen yeter bana.

Ben küçük bir balığım
Kıyılarında yüzen
Kurtar beni kıyıya yanaşan
Gemiler beni ezmeden

Odanda bi akvaryum
Ben içinde yüzsem.
Tüm gün hiç sıkılmadan
Köşemde seni izlesem.

Şimdi herkes yanımda
O bildik eski romanda
Rolümü oynuyorum hala
Bir tek sen, bi tek sen yoksun yanımda.

110

23 Mayıs 2010 Pazar

pardon!


pardon! size aşık olabilir miyim?
ne garip bir soru aslında
ama gel gelelim
hep bu soruyu sormak istedim karşımdakine.
ama bir kere olsun dillendiremedi'm.
utancımdan mıdır nedir bilmem!
soramadım hiç,
sorabileceğimi de sanmıyorum.
gerçi neyin tartışmasını yapıyorum ki?
sormam ben belki de soramam.
ellerimdeki çiçekleri çöpe atarım yine de soramam,
kapında beklerim senin haberin olmadan
ama yine de soramam.
bekliyorum hep doğrusunu
doğru olanının beni bulmasını bir şekilde.
bu mayıs hüsran geçiyor tarifsiz!
üç nokta (...)


pardon! size aşık olabilir miyim?


MTürkölmez.
23.05.2010 - 18:51
Matrock Cafe / Taksim

20 Mayıs 2010 Perşembe

yetmiş milyon!


her şeyi görmek!
hiç bir şeyi görememek?
ya da hiç bir şeyin farkında olmamak.
ben bu üç evreyi de geziyorum zaman zaman
ama en çok her şeyi görmekteyim,
güzel bir şey fakat!
görmek istemediğin şeyleri de görüyorsun ya!
o kötü işte...
hiç bir şeyi görmemek de kötü aslında
gerçi kötüden ziyade acı.
mala bağlayıp farkında olamamak,
bu en keyiflisi belki de.
birkaç gündür bu moddayım,
nedenlerini saymakla bitiremem
bilmesi gerekenler biliyor ya o bana yetiyor.
bak bu düz yazın şiirimde çok nokta kullandım mesela,
diyeceklerimin sonu gelsin istiyorum.
yazmak bile istemiyorum aslında,
ama içimi dökesim var yetmiş milyona.
hani tv.ye çıkan herkes der ya,
tüm Türkiye onları izlermiş gibi
"yetmiş milyon bizi izliyor" bu da öyle bir şey.
beş izleyenim var dışardan da beş kişi okusa
kâfi...
alnımdan akar ter sana hiç değmiyor.
gözümden akan yaş denizi bulmuyor bu sıralar.
düşünüyorum başka bir şey yok elimde.
düşünüyorum sadece ne kadar diretmiş olabilirim.
yeter son olsun artık bu satırlar,
yoksa sonunu bağlayamadan,
yazdığımı komple silerek sonlandıracağım.
şimdilik görüşmemek üzre
bu sabah yine her sabah ki gibi sıkıldım istanbuldan
moralim bozuk cereyan kesik
hele bir de sen yoksun ya!
çok yazık...


  • yazıya eşlik eden şarkı şebnem ferah - istiklal caddesi kadar...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

bu sabah yine her sabahki gibi sıkıldım istanbuldan...

pek bir şey diyesim yok.

.duygularımın notalara dökülmüş hâlidir...


yazının rengi bile yüreğimin kapalılığını vurguluyor...

16 Mayıs 2010 Pazar

15 mayıs 2010

'ta ki on dört mayıs cumadan başladı kutlamalar =) işteydim yarı sürpriz bir organize işler gerçekleşti ve mum üfleyerek başladım saymadım ama beş tane vardı sanırım her neyse teferruatı geçelim, üzerindeki çikolata mı yoksa pekmez mi o kısmını keşfedemediğim enfes bir dilim pasta tükettim akabinde 19.00 - 20.00 arası her hafta olduğu gibi halı saha maçımız mevcuttu gittik oynadık maçtan hemen önce tamamen geyikten ibaret şöyle bir muhabbet gerçekleşti dedim ki "yarın doğum günüm benim penaltı olursa ben atacağım" -bunu dedim ki, kaç aydır oynuyoruz ben penaltı olduğunu hatırlamıyorum olduysa da bir bilemedin iki tanedir o kadar maçımızda. maça başladık 5-0'dan 5-3'e kadar getirdik ve penaltı oldu :) şaka gibi, hani bir şeyi kırk kere söylersen gerçekleşirmiş ya bu da onun gibi bir şey resmen, gittim attım penaltıyı skor 5-4 sonra iki gol daha attık ve 5-6 öndeyiz gol yedik attık derken 6-7 önde bitirdik maçı 5-0'dan gelip maçı almak da keyifli oldu... sonra eve geldim yorgun bir vaziyette uzandım yatağıma uyudum sonra gecenin ilerleyen saatlerinde uyandım 2-3 falandı sanırım flashforward indirmeye başlamıştım uyku öncesi tabi ki download kısmı çoktan bitmiş bir bakalım doğru düzgün inmiş mi acaba dedim ama baktım akıp gidiyor bölüm enfes izledim bitirdim bir iki lafladım online birkaç kişiyle sonra ezan okunduktan sonra tekrar uzandım yatağıma ve daldım uykuya sabah kalktım kahvaltı akabinde bir iki saat ev işleri ardından taksim matrock nargile keyfine başladım Onur'la (OnurÖztürk) hemen ardından İyın geldi (CihanEmer), derken Sinem (SinemCantürk) ve Didem (DidemCantürk) hanımlar da teşrif ettiler ve karmaşık konu üstüne konu açıldı kimse bir şey anlamadı konuşulandan ama güzel bir sohbetti hepsine bana bu güzel günümde eşlik ettikleri için çok teşekkür ediyorum... Telefonla bana eşlik edenlerin hepsinin ismini yazamıyorum kusuruma bakmayın ama aklım dasınız bir bir. Hele bir tanesi var ki Tayland'dan arayıp gıyabımda doğum günü kutlayan insan evladı özledim yahu seni, evet senden bahsediyorum Murad (MuradYapıcı) yediğin tatlıyı da gördüm sağolasın pek de beğendim, neyse on beş mayısı da bu senelik kapatıyorum. Bakalım yarın on altı mayıs bana neler gösterecek =))

ve sabah pencereyi açtığımda gördüğüm manzara ile yazıyı sonlandırıyorum şimdilik...
güzel günlere.

sabah sabah odamın önünden arabadan taşan balonları satarak
para kazanmaya çalışan bir seyyar satıcı geçiyordu ve
çok şeker bir görüntüydü, kaçırmak istemedim...

yazı 110 grubunun Atomların Harika Dünyası -2005 albümünün eşliğinde klavyelenmiştir...

4 Mayıs 2010 Salı

hayatımın yirmi-sekizinci mayısı

hayatımın yirmi sekizinci mayıs ayı geldi çattı hatta başladık iki-üç gün kadar oldu, bilen bilir benim mayıs düşkünü olduğumu. bu ay içerisinde olan doğum günümü veya diğer arkadaşların doğum günlerini vurgulamak değil amacım, sadece mayısın hareket dolu olması ve hayatımın en önemli dönüm noktalarına ev sahipliği yapmış olmasıdır. nasıl anlatsam bilemiyorum, basketbol hayatımdaki profesyonelliğe geçişim, üniversitedeki en güzel günlerim, arkadaşlarımın beklenmedik doğum günü sürprizleri, Galatasaray'ımızın UEFA kupasını kazanması ve daha niceleri. bakalım bu mayıs ayına da bandırmada giriş yaptım çok geçmeden döndüm İstanbul'a malum iş mevcut. her neyse sözümün özü şundan ibarettir iki bin on yılının mayıs ayı ne çıkartacak önüme ve hayatımda neler değişecek veya neler silinecek. 'ey mayıs ayı bekliyorum senden şık bir hareket :)


*****fazla söze ne hacet buyurun fotoğraf*****

29 Nisan 2010 Perşembe

Yansıma

sevgi zaman zaman hissettiklerimin en genel adıdır Türkçede
sevilmek ise gerçekten beklediklerimi simgeler harf harf
düşünmektir tek başımayken yaptığım tek şey
özlemektir her an ruhumla tahayyül'de bulunmam
ve hasretimdir şu satırlar sonsuz bir bekleyiş içinde
her geceyi sabaha ulaştırmam ise çaresizlik belkide
ve şiiri burada sonlandırışım ise sıkıntılarımın geçmeyeceğinin bir yansımasıdır...

--
MehmetTürkölmez
başla: 5nisan2010 - 11mayıs2010
bitir: Ucu Açık Dakikalar


- çaresizlik
hiç bu kadar
acı olmamıştı...

fotoğrafın orjinal boyutta görmek için buraya tıklayınız

23 Nisan 2010 Cuma

mutluluk içimizde


bazı organlar vardır,
mesela pankreasınız gibi...
farkında olmadığınız
ama yokluğunda mahvolacağınız.

* bazı küçük mutluluklar vardır,
tıpkı küçük mumlar gibi
aslında yolunuza eşlik eden
fakat rüzgarınızdan sönen
ve kavuşunca mahvolacağınız
o güneşe koşarken...


*resme göz atarsanız sevinirim =))
*** resmi büyük çözünürlükte görmek için buraya tıklayınız;

18 Nisan 2010 Pazar

hayattan nasıl&neden bu kadar keyif alıyorum?

bambaşka bir amaçla başlamıştım bu yazıya aslında diyabet hastalığımla ilgili hayata dair bir iki mesaj verip yayınlayacaktım bu yazıyı ama bir baktım ki almış başını gidiyor içimi döküyorum şuraya da paylaşmış oluyorum bilmeyenler ile,
  • 2002 yazının sonlarında Tip1 Diyabet hastalığına yakalandım dile kolay tam 20 kilo vermişim farkında olmadan. nasıl farkında olmadım derseniz tatildeydim Tekirdağ - Kumbağda, her gün saatlerce deniz akabinde basket koşu yürüyüş, akşamları da eğlence dondurma zaman zaman alkol (çok şükür bikaç zaman önce söktüm attım hayatımdan) derken annem geldi İstanbul'dan yanımıza bir hafta sonu dedi ki -oğlum zayıflamışsın sen. -dedim normal anne o kadar hareketli vakit geçiyor ki. neyse birkaç gün daha geçti tatilde sonra döndük İstanbul'a eve ve soluğu hastanede aldım kan testleri vs. derken bir baktık şeker almış başını yürümüş doktor dedi ki hemen yatıyorsun tedaviye başlıyoruz umarım geçicidir ama kan sonuçların Tip1 Diyabet olduğunu belirtiyor. astım yüzümü ailedekilere haber verdik yatış için gerekli şeyler geldi evden pijama terlik telefon :) neyse birkaç gün daha geçti ve sonuç Tip1 Diyabet tanı konulmuştu artık yaşamıma insülin iğneleriyle devam edecektim artık günde 4sefer "şaka gibi" hastaneden taburcu olacağım gün Diyabet eğitim hemşiresi denen benle aynı yaşta şeker bir kız geldi, işte bu kalemleri (iğne) şöyle kullanacaksın böyle kullanacaksın gibi uygulamalı olarak gösterdi, o da ayrı bi sorunsaldır yaşamımda insan kendi kendine iğne yapar mı yahu! kas içine enjekte ediliyor olduğundan pek sıkıntı olmaz diye düşünmekteydim çünkü çocukluğumda geçirmiş olduğum ağır bronşit'ten adı soyadı adım soyadımla neredeyse birebir örtüşen ve çocukluğumda emeği olan Dr. Mehmet Türkoğlu'nun tedavisinde iğne kullanması sebebiyle iğneden aşıdan vb. şeylerden korkum yoktur aksine hemşireler kan alırken damarımdan çıkan kanı izleyebilirim (çok dağınık cümle kurdum noktasız yüklem özne tümle gizli özne gizli yüklem eşliğinde affiderzi) sonrasında diyabet eğitim hemşiresi gitti ve aradan birkaç saat geçince hemşire geldi haydi bakalım ilk defa insülinini kendin yap! aldım kalemi elimde kaç ünite vurulacaksa ayarladım sol kolumdan daha rahat yapacağımı düşünerek 0,8 mm olan iğneyi batırdım koluma sonra hızla geri çektim hemşire gülümsedi ben tekrar aynı şeyi yaptım bu defa çekmedim ve enjekte ettim garip bir duyguydu yaşamımın devamında benimleydi onlar, onlarla yaşamayı ve hatta zevk almayı öğrenmeliydim -ki öğrendim de kabaca bir hesap yaparsak 2002'den 6ay ve üstüne yıllar yaklaşık olarak 2852 gün olmuş ve bu gün sayısını dört ile çarptığımızda 11408 defa kendimi iğnelemişim :) herneyse bu hesap faslını geçelim düşününce içim bi garip oldu yaşama tekrar merhaba dedikten sonra kendi kendime dedim ki, tamam yahu hayat ya eksiye gidecek bundan sonra yada olabildiğince artıya o yaşıma kadar yaşadıklarım bana yetmiş olacak ki inzivaya çektim kendimi resmen (-keza 2001 yılında üniversite ingilizce hazırlık sınıfındayken hayatımın eğlence olarak gerçekten doruk noktasıydı neyse bu kısım teferruat gerçekten geçelim başka bir yazımda belki de o günlerimi anlatırım) derken saatler günleri günler geceleri ve aylar yılları takip etti kendime daha fazla dikkat etmeye başladım daha önceleri adımlarımı atarken iki kere düşünen ben artık üç kere düşünüp bir adım atmaya başladım ve sağlam basarak hayatıma devam etmeye her şeye pozitif bakmak keyifliymiş çevremdekilere olumlu düşünceler empoze etmek sonucunda aldığım tepkiler olumluydu çünkü. yazıya ara verdim bir kaç gün şimdi neresinden devam edip sonuca bağlayacağımı bulamıyorum çünkü bugün 23 nisan neşe doluyor insan evdeyim yatağımda hamile karılar gibi oturuyorum iş yok bugün resmi tatil, ne yapsam derdi sarmış durumda yine her zamanki boş gün-tatil tarifem geçerli olacak yüksek ihtimalle akşam üstü taksim Matrock Nargile Cafeye doğru uzanacağım nargile çay kahve belki de bir sıcak çikolata eşliğinde üfleyeceğim içimdeki tüm sıkıntıyı nargile dumanımın eskortluğunda......

şimdilik bu kadar bırakayım ve yayına sokayım yazımı :))
görüşmek üzre okuyanlara teşekkürler...

hayattan nasıl bu kadar keyif alıyorum'un özetidir nacizane, burada belirtmediğim ama 2004 yılının sonlarında bir tüberküloz yani verem vakâ'sı geçirmiş olmam iki kere şeker komasından hastanelik olmamı da bu yaşadıklarıma eklersek hayata küsüp vazgeçmek yerine "was here" diyerek dalgamı geçiyorum hayatla artık o düşünsün beni, ben istediğim gibi yaşıyorum...



*** elif seviyor diye bu fotoğrafımı koymak istedim bu yazımın altına
yoksa şu anlattığım yaşadıklarımın altına koyabileceğim
yüzlerce fotoğrafım mevcut =))





-------------
Tüm bu blog yazısı Acil Servis - Dur, Bekle (2010) albümünden Yanıma Gel parçası eşliğinde klavyelenmiştir.

17 Nisan 2010 Cumartesi

FD - beni bırakma

aslına bakarsak Feridun Düzağaç pek sevmem nedendir sebebini de bilmem
her neyse sonuç olarak Uykusuza Masallar albümündeki Beni Bırakma parçası benim için biçilmiş kaftandır. fazla söze gerek yok buyurun dinleyin ve gerçek klibi eşliğinde keyfine varın.

Teşekkürler...


*** beni bırakma.

Kal deseydin kalırdım


"Kal" Deseydin, Kalırdım...
19:40 17.12.2005

demedin oysa...
kuru bir "bitmesin"den başka hiçbir şey demedin.
öyle kuru, öyle soğuk, özle uzaktı ki ondaki anlam!
bu kadar kolay mıydı her şey,
bu kadar yakın mıydık uçuruma?
savunmayacakmıydın sevgimizi?
"kal" diye haykırmayacakmıydın ardımdan?
düşündüğüm bu değildi...
hayal ettiklerim, beklediklerim başkaydı senden...
mücadele beklemiştim oysa,
yelkensiz olan gemimizi kıyıya ulaştırırız sanmıştım...
kıyıya ulaştırırsın sanmıştım...
oysa o'nu denizin ortasında savunmasız bırakmama göz yumdun...
bu kadar yıpratıcı olamazsın...
oysa bir anlam olmalıydı yaşadıklarımızda!
paylaşılan duyguların bir anlamı olmalıydı,
yüreğimdeki martıların bir anlamı olmalıydı
beynimizdeki melodilerin, aramızdaki çekimin,
geçen akşamki sohbetin bir anlamı olmalıydı.
duygularımızın bir anlamı olmalıydı.
yüreğimdeki tüm martıları uçurdun şimdi...
hangi yöne gittiler bilmiyorum,
geri dönerler mi bilmiyorum.
dünya boşaldı mı ne!
neden bu kadar sessizleşti birden yaşam,
neden artık parlamıyor yakamozlar gözlerimde,
neden artık rüzgar esmiyor...
her şey seninle mi kaldı yoksa...
ya mantığım! mantığımı bana bırak lütfen, ona ihtiyacım var.
bazı şeyleri anlamak için ona ihtiyacım var!
evet! ben istedim ayrılığı, çıkmaz yollara yönelen bendim,
kucağında bir yığın noktayla karşına çıkan bendim...
kahretsin!
bunu neden yaptığımı bilmiyorum ve
senin buna nasıl göz yumduğunu...
tıpkı balkondaki akasyaları sularken,
fazla sudan dolayı sararacaklarını bilmediğim gibi...
su onun için hayat olmalıydı oysa...
ve... sen de benim tutunacak dalım!
bazı şeyler vardı aramızda biliyorsun,
olmaması gereken ama daima varolan.
farklı uçlardaydık seninle,
farklı mevsimleri seviyorduk farklı zamanlarda...
sen büyük fırtınalara vardın,
bense lodostan bile ürküyordum...
oysa başardığımız şeyler vardı her şeye rağmen,
daha doğrusu öyle sanıyordum...
binlerce yıldız arasında;
ayın güzelliğini görebilmekti tek amacım...
yıldızları söndürmekti...
sorunları yok etmekti...
"bitti" deyişim öylesine bir şeydi,
öylesine sıradan, şakacıktan...
"hayır" demeliydin!
hatta kıyametler koparmalıydın yüreğimde,
hendekler açmalıydın yoluma gidemeyeyim diye,
sahip çıkmalıydın gözlerimdeki ay'a,
sevgimiz diye beni yolumdan alıkoymalıydın...
"kal" demeliydin...
defalarca "kal" demeliydin...
oysa demedin...
belki de senin çiçeklerin çoktan solmuştu
ve ben akasyaları kışın yaşatmaya çalışmakla hata etmiştim...
belki böylesi daha iyi oldu...
"kal" deseydin kalırdım...
hem de seve seve kalırdım.
martılarla kalırdım,
yakamozlarla kalırdım,
demedin oysa!
bilir misin,
kaç çığlık olup yıkıldı yüreğim sen giderken...
bilir misin,
nasıl bir câna hasretti yüreğim, yolumdan döndürecek...
bilir misin,
nasıl zor oldu ardıma bakmadan çekip gitmek...
"KAL" desen kalacaktım...
DEMEDİN OYSA!




diyebilecek çok söz varken sessiz kalmak...

28 Mart 2010 Pazar

Zıtlık

Ateş ve su duruyor yan yana
siyahın karşısında da beyaz duruyor her daim
çekilmiyor birbirlerinin karşılarından
tam zıt gidiyor olsalarda
aynı yola başkoymuşlar ya, gerisi boş onlar için
bir an olsun ayrılmayı düşünmüyorlar
isteseler de ayrılamazlar zaten!
siyah olmadan beyazın ne anlamı var sorarım?
ya da soğuk olmadan sıcağın kıymetini nasıl anlarız
gündüzlere tutulmuşken biz
gece olan bitenden haberdar değilsek eğer
gündüzü yaşamanın bir anlamı kalmıyor bence
birileri için gece çok şeyi ifade eder?
bir yolcuyu bekleyen birisi için gece bitmez asla
saatler dakikalara, dakikalar saniyelere döner
ama yine de sonlanmaz o gece.
bir ödevi bitirmeye çalışan
ya da bir sınava çalışan öğrenci için ise
gece asla bitmesindir!
biterse sınav vardır ve asla çalışmamıştır o.
bir gün sonra sevdiği ile görüşecek bir yâr için ise,
sonu gelmeyen kahvelerle uyku kaçırma silsilesidir
yârine giden sevgili için ise gece
bir göz açıp kapatma süresindedir
derin bir uyku eşliğinde,
çünkü gözlerini açtığında
yâri onu karşısında bekliyor olacaktır.
bazen gece annesinden dayak yiyen bir çocuğun,
karanlıkta yorganın altına girip
içine içine ağlama vaktidir gece.
gecenin gündüze döneceği vakit gözler açıksa eğer,
zamanın nasıl geçtiğinin farkına varma vaktidir
zıtlıkların çarpıştığı,
ne gecenin ne gündüzün
ne siyahın ne beyazın baskın olduğu andır o an.
--


MehmetTürkölmez
28mart2010 pazar 02:51
Kurban-Sahip albümü eşliğinde klavyelenmiştir


*** zıtlık budur,
her iyiliğin içinde bir kötülük ve her kötülüğün içinde bir iyilik vardır.






...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

24 Mart 2010 Çarşamba

Seni Kendime Sakladım!

Duman - Seni Kendime Sakladım
bugün hatta biraz önce 10.00 sularında esti bana güneyden kuzeye doğru :) mırıldanmaya başladım "aaaaaaa seni kendime sakladım..." şaşırdım! açtım youtube'u izlemek istedim klibini mp3'ünü dinlemek değil izleyesim geldi yoğunca, hiç izlememiş gibi izledim birkaç defa gözlerim hayran ol butonunu aradı baktım ki facebook'ta değilim youtube içerisindeyim favorilere ekledim klibi sonra vazgeçtim kaldırdım, piyasa olmasın dedim şimdi, çünkü böyle durumlarda söylediğin paylaştığın birşey dönüp dolaşıp hiç alakası olmayan yerden geri dönüyor =) istanbuldan söylediğim uydurma lafı ankaradan duyduğum oldu inanın. dolayısıyla piyasa olmamak en iyisi.
neden diye soramıyorum kendime geldi pat diye geldi aklıma işte... neyse kaldığımız yerden devam edelim en iyisi :) onu bunu bilmem anlamam kim ne derse desin arkanızdan yol almam, onu bunu bilmem karışmam kim ne derse dersin ben alınıp satılmam, aaaaaaa seni kendime sakladım, hepsini ben hesapladım sen yorma kendini diye :)

buyrun o zaman videoyu hep beraber izleyebiliriz....







--
uzun zamandır taslaksız yazmıyordum yazılarımı,
bunu direk buraya döküyorum en ham haliyle okuyorsunuz şu anda.
--


tarih yazmak gerekirse eğer
24.03.2010 çarşamba
10:56 am

22 Mart 2010 Pazartesi

Kin!


Kin

ve

Nefretin

Dışa

Vurumu


ağzım yüzüm küfür kıyamet bu gece
üstüm başım hiç olmadığı kadar düzensiz
istem dışı sesini duydum bugün telefonda
duymak bile istemezdim bana sorarsan
amacım başkaydı
sevindim ama söylediklerine
kimsiniz dedin
3.şahıs yaptın beni iki harf eşliğinde
bi bakıma sevindim gerçekten
bi bakıma da gözümden iyice düştün
bu daha çok hoşuma gitti
beni sevmediğini iyice kanıtladın bana
zaten biliyordum ve dillendirmiştim bunu
hayır demiştin ben inanmamış ama
inanmış gibi yapıp susmuş ve içime atmıştım
...her zamanki gibi,
seni sevmek nefret ettiğim sarılaciverti sevmekti
sevgimin yüceliğini sen düşün artık
neyse vazgeçtim düşünme
düşünebilseydin böyle olmazdı zaten
düşünmek istemiyorsun değil
düşünmüyorsun.
herkes senin kaybettiğini düşünüyor
bitti dediğin dakikadan bu yana
bense farklı olanı düşünüyorum
seni kaybettiğimi de değil umutlanma hemen
yüreğimi yine üzdüğümü canımı yine yok yere
senin yüzünden sıktığıma üzülüyorum
zaman zaman ağzım küfür doluyor
kin soluyor, kan tükürüyorum adını andığımda
ölüm olsan ne çıkar
zulüm olsan kaç yazarsın?
ateş olsan yakarsın ancak benim kadar
o da benim kendime verdiğim cezanın yanında
bir mum alevi gibi kalacağı için
serin bir rüzgar eşliğinde yok olursun.
ve bu defa ben üflemedim sen üfledin kendini
olan yüreğime oldu nadas'a bıraktım yine senin yüzünden
tam yüreğimde papatyaların açışını hissederken
bir bir bastın üstlerine öldüler
kürdilihicazkar bir saz semaisi eşlik ediyor şiirime
havalar biraz daha ısınsın
tam anlamıyla atacağım seni yüreğimden
işte tam o zaman bitmiş olacaksın
hani bir şiirim vardı okutmamışımdır sana bunu eminim.
gör bak
seni de yok sayıp
sensiz yaşayabileceğimi
kanıtlayacağım sana
ve sen bunu görüp
öylece kalacaksın
bana "dur" bile diyemeyeceksin
ve ben yüzüne bile bakmadan
geçip gideceğim yanından...
sen yine öylece kalacaksın...
ben yine umursamayacağım seni
derken, bu böylece sürüp gidecek
ve eğer gerçekten sevdiysen
daha çok acıyacak için
kahrolacaksın
işte o zamanda ben güleceğim
ruhun bedenimde can verecek...
yeniden gömeceğim içime seni
işte o zaman tam anlamıyla!
bitmiş olacaksın...
ve ben yeni bir sevdaya yelken açacağım
zerren kalmayacak yüreğimde beynimde nefesimde
hiçbir yerimde.
tertemiz bir aşkı soluyacağım en temiz haliyle
çıkarsız senin gibi birşeyler beklemeden
beni seven bir yârin eşliğinde...
sonsuz bir sevdaya düşünmeden adımlar atacağım
düşeceğim anda elimden tutacak birinin olduğunu bildiğimden
rahat davranacağım
ama gel gör ki bu akşam ağzım yüzüm küfür dolu
yüzüme vuran her damlayla kan kusuyorum yer yüzüne
nefretimi sıfırlıyorum yağmurla beraber.
--
M.Türkölmez
22.03.2010 Pazartesi
22:58
kürdilihicazkar saz semaisi üstü Chris De Burgh - The Traveller eşliğinde klavyelenmiştir =)



its my turn!




...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

8 Mart 2010 Pazartesi

the IT crowd

the IT crowd
zaten bir bilgisayar kurdu (nasıl bir tabirse artık bu) sistem yöneticisi, server yöneticisi, sistem mühendisi vb. nasıl adlandırıyorsanız bu işi yapanları işte bende onlardan birisiyim aslında ve bu blogu okuyan çoğu insan biliyor bunu, herneyse gelgelelim şu entry'mde bahsedeceğim konuya The IT Crowd dizisi henüz 3 sezon 6'şar bölüm ve sadece 25'er dakikadan ibaret geçenlerde uğrak mekanımız matrock'ta otururken Cihan dedi ki abi bi dizi var tam senlik kısa da zaten bi göz atıver! dedim adı nedir IT crowd dedi dedim yok bilmiyorum duymadım nargile sefamızdan sonra evlere dağıldık akabinde msn.de abi dizinin tam adını alayım dedim ve torrent eşliğinde interneti sömürmek adına başladım dizinin 3sezonx6bölümden oluşan tüm alet edevatını indirmeye, herneyse indi dizi altyazıları da madem sende var abi gönder bana diyerek aldım iyından (iyın = Bkz.Cihan) ilk sezon resmen su gibi aktı geçti diyeceksiniz ki tabiiki su gibi akıp geçecek 6x25dk yani 2buçuk saat bir sezonu ama bu su gibi o sulardan değil acayip birşey yahu izlemeniz gerek.
istek olursa nete yükleyebilirim arşivimden normalde paylaşım yapmıyorum bu blog.dan ama bu dizi için değer be üstadlar...
Roy (Chris O'Dowd) ve ekürisi/iş arkadaşını Moss (Richard Ayoade) ikilisi oynuyor tam anlamıyla rolünün adamı ikiside nerd tipler böyle enfes ve IT departmanı şefi/müdiresi Jen (Katherine Parkinson) harika oyunculukları var gerçi diğer oyuncuları hiçe saymış gibi oluyoruz belki ama şirketin bir patronu var ki aman aman :)) öyle bir patronumun olmasını bir yandan isterdim bir yandan da istemezdim neden mi diye sormayın indirin bulun diziyi izleyin daha ilk bölümden kafanızdaki soru işaretinin cevabını bulacaksınız.

4.sezon çekiliyor diye duydum ama bakalım hayırlısı bekliyorum 4586 gözle
bu arada birinci sezon 2006 üçüncü sezon da 2008 çekimi... yayın tarih aralığı olarak.



sevgiler saygılar

peki siz hiç
bilgisayarınızı kapatıp açmayı denediniz mi :)))

foto= moss - jen - roy

afiş= roy - jen - moss

11 Şubat 2010 Perşembe

ve...


ve cehennemden bir gece daha yaşıyorum
yüreğim yanıyor alev alev
konuşmasan da susuyorsun ya o yetiyor
bakıyorum ama göremiyorum gözlerini
geçmişe dönmek istiyorum bazen
bir bakıyorum susam sokağındayım
kaybolmuşum
minik kuşu görüyorum orada duruyor
portakal rengi
bakınıyorum sağa sola nedir bu alem?
say bak say bak
bir iki üç dört beş!
sesleri yankılanıyor kulağımda
duvarın ardında saymayı öğreniyorlar.
kalbim hızla çarpmaya başlıyor birden
hala ne iş yaptığını tam bilmediğim
tahsin amca çıkıp geliyor
iyi misin Mehmet diyor!
şaşıp kalıyorum
adımı nereden biliyorsun diye soramadan
elini omzuma atıp
ben susam sokağıyla büyüyen
tüm çocukların adını bilirim diyor!
iyiyim şimdi diyorum teşekkür ederim
bir aynanın önünden geçerken
bakıyorum kendime gelişigüzel
biraz geri dönüp seni bulmak isterken
çocukluğuma dönmüşüm
yavaş yavaş ilerliyorum hafızamda
ve dünyam kirleniyor yavaş yavaş
duygularımla oynanıyor, dalga geçiyorlar
kimileri de çok değer veriyor niyeyse!
günümüze gelirken tüm eski dostlara el sallıyorum
dünyadan göçenleri görünce durup vakit geçiriyorum
bana ordan yer ayırtın diyorum
gülüp geçiyorlar...
diyorum gülmeyin elbette geleceğim yanınıza
er ya da geç ama ben çok geç kalmak istemiyorum diyorum
tebessümle karşılıyorlar bu sözlerimi
sonra biraz daha büyüyorum bir bakıyorum sen
yüreğim sana kayıyor alıp eline sıkıyorsun
yapma diyorum olmaz diyip daha da sıkıyorsun
yeter artık diye feryadımı duyduğunda bırakıyorsun
ama nafile...
yüreğim bir daha parçalandı
ve toparlanması vakit alacak.
herkesi kendim gibi seviyor zannedersem ben bu yüreğimde
daha çok nadasa bırakırım seni ey kalbim
gel kendine...


--
MehmetTürkölmez
11.02.2010
23:21




yazdığımı yeniden yazamam
yaşananların geri gelmediği gibi...




...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

5 Şubat 2010 Cuma

Saat kaç olmuş

--
Saat kaç olmuş
ya da istediğim vakit!
olmamış ne farkeder?
zaman mühim değil aslında
düşüncelerim
her saniye her àn
hep senin temaşanda duraksıyor
varsın ilerlemesin zaman
dünya dursun
herkes sussun!
yeter ki o ànda sen ol.
razıyım seninleyken zamanın durmasına.
bir bakıma seninle ölmeye!
elin elime deydiği an
gözlerin gözlerimde olduğunda
işte o àn seniseviyorumda ben...
yaşamak istiyorum
senin varlığında yok olmak bir nevî
Bakış açısına göre değişirmiş ya!
düşüncelerimde seni buluyorum
ne yönden bakarsan bak
hep sana ulaşıyor tümcelerimin sonu
sana varıyor tümevarımlarım
ve seninle çok mutluyum çok
tarifi yoktur ya bazı şeylerin!
işte sevgimde öyle birşey
tarifsiz...
Tıpkı hissettiğin gibi seviyorum seni.
--
Hissettiğin gibi
17/07/2007
21:27
M.Türkölmez




gizlisi makbûldür bu meretin!...



...

herhangi bir kimseye karşı duyulan duygular eşliğinde yazılmamış tamamen spontane duygular içinde bir şiirimdir...

29 Ocak 2010 Cuma

Nefret

Nefret aslında bir sevme halidir,
Affetmekse terk ediş.
İnsan, nefretiyle büyütür sevgisini,
Affederse, onu hayatından çıkarır.
Nefret, kalpten gitmez, büyür sevgiyle,
Nefret, aslında ona ilgidir,
Nefret, onu istemektir,
Nefret, beklemektir onu aslında.
İnsan bir insandan nefret ederse,
Onu kimsenin sevmediği kadar sever.
İnsan bir insanı affederse eğer, artık onu terk etmiştir.
Lütfen benden nefret et, beni affetme olur mu?

Yazarını bilmiyorum ama çok hoşuma gitti ve çok gerçek...